
Antik Roma dönemi tanrılarının başında iki yüzlü Janus gelir. O, sağa ve sola bakan iki çehresiyle tanınır. Bir yüzüyle geçmişe, diğeriyle geleceğe bakarak evrendeki tüm geçişlerin ona bağlandığı söylencesi yüzyıllar önce almış yürümüştür. Cennetin kapısında da onun durduğuna inanılırmış. Bu yüzden Roma’da bir vakitler hangi tanrı için tören düzenlenirse düzenlensin, mutlaka Janus’un adı ile başlamak kuralı uygulanırmış.
Varlıklı
ve adil bir yaşama, barış ve dirliğe, dürüstlüğün kazandığı sanat ve yaratımla
dolu keyifli günlere geçiş. Janus’un iki yüzü böyle geçişleri çağrıştıran
iyicil bir anlama gelirken, bizim için ikiyüzlü olmak olumsuzluktur. Pek
istenmeyen bir niteliği betimler. Aynı insan, kah bir dost, kah bir yabancıdır;
kah bir sevdalı kah bir duyarsız olur. Ne fena… Birini ikiyüzlü buluyor isek,
kimsenin hoşuna gitmeyen önemli bir yanı vardır: içtenlikten yoksundur, bir
içtenliksizdir o.
İçtenliksiz ikiyüzlüdür, hatta ikiden çok yüzlüsü de bulunur. Duruma uyan hangi yüzse onunla görünürler. Benim en çok karşılaştığım, başkaları için düşündüklerinde içtenliksiz olanlardır. Bir yerde övdüklerini, öte tarafta yerin dibine batırır; kalabalıkta kendilerine sorulduğunda tanımadıklarını söyledikleri insanlar için birebir görüşmeye çağırdığınızda “Ciğerini bilirim ben onun.” bile diyebilir bu tür içtenliksizler.
Niye içtenliksiz olsun ki insan? Bir kere içtenliksiz kendini gizlemek isteyendir. Kabahatini örtmek zorunda kalmıştır. Sonra söze dökülene göre aklından farklı şeyler geçirdiği için kendini ele vermek istememektedir. Belki çocukluktan, yeni yetme, ilkgençlik yıllarından, belki komutla davranılan dönemlerden kalan alışkanlıkla, ne düşündüğünü, ne de yaşadığını olduğu gibi değil, kendinden istendiği gibi yansıtmaya koşullanmıştır. Bunu yaşamış ve etkisinde kalmışlara zaman zaman başka yüzle görünmek en iyi yol gibi gelir. Oysa yanılıyorlardır. “Başkası olma, kendin ol!” şirin bir şarkının sözlerinden fazlasıdır. Sahiciliğin çok daha güzel olduğunu vurgular.
İçtenliksiz hakkına razı olmayandır. İçinden geçenleri açıkça dışarı vursa o düşlediğini elde edemeyeceğini bilir. Hak etmediğine, ya da hak ettiği halde kendine verilmeyeceğini bildiğine uzanmak arzusuyla yanıp tutuşmaktadır oysa. Göstermelik saygı bunun tipik örneğidir. Arkanda her haliyle seni küçük görür; lakin yüzüne baktın mı o mahzun, o emre amede çehreyi takınır. Böylesi içtenliksizlik, insani içeriği ve kapasitesi yetersiz olanlardan çıkar. Ya bu neden kaynaklanabilir? Ben hep geniş yetkileri elinde tutan, insan unsurunu iyileştirmekten çok kendi egemenliğine öncelik vermiş yönetenlerin dolaylı etkisini düşünürüm. Ne demişti güçlü köy ağası 50'lerde enstitüler kapansın, insani kapasite gelişmesin diye yaptıklarını anlatırken? “Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim .. 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler.”. Sen ‘ne dersen onu yapan’, içtenlikle içinden geçenleri bir kez olsun göstermeye kalkışmış mıdır?
Görünüşle, yalnız görüntüyle yaşanan çağ içtenliksiz olmayı özendirir. Son yıllarda yaşadığımız bu. Tek başına dıştan görülenle yetinmek, içeriği ıskalamak her insanı içtenliksiz olmaya zorlar bana sorarsanız . Tabii herkes ille de bir içtenliksize dönüşmez. İçtenliksiz, ikide bir başka başka görünür ya, kendisi de her şeyi yalnız görünüşüyle değerlendirmeye alışır. İç dünyasını diğerlerinin iç dünyasıyla ilişkilendirmez, kendini başkalarının yerine koymaya gönlü elvermez. İç dünya ona göre ayrıntıdır, gereksizdir. Tek başına yüzeyde görünen kabuğu önemsemek güvensizliği getirir. Güvensizlik de içtensizliği üretir. Yargının yalnızca görünüşte, biçimde adil olduğu bir ülkeyi düşünün. Güven sarsıldıkça borcu olan alacaklısına bir türlü, yeni borç istediğine başka bir türlü, durumunu bilen ev halkına ise bambaşka türlü yaklaşır.
İçtenliksiz, gerçek iç dünyasının kapılarını Tanrı Janus gibi bekler beklemesine, ama açık tutmak, geleni buyur etmek için değil. İçinden geçeni dışarıdakilere, dışarıdakilerin yolladığı duygu, serzeniş, sitem işaretlerini de içeri bırakmayacak bekçilik için. Fakat unutmamak gerek: bekçilere o işi yaptıran belki de ömür boyu olur olmaz yere bulunuveren ve cezası hemen kesilen kabahatler, sınırsız yetki ile davranan egemenler, güven eksikliğinin arttığı ortamdır. Belki de içtenliksizlik böyle çarpık iklimlerde daha kolay yaşıyordur. Böyle olduğunda artık içtenliğe, hep içinden geldiği gibi olmaya geçiş yapılsın diye Janus’a da başvuramayız herhalde, kimbilir?