Her birimiz birer ‘vicdanlı insan’ olsak adil
bir dünyada rahat yaşar mıyız? Bazılarının vicdanı kara da çektiğimiz her şey “kara
vicdanlı”lardan mı ötürüdür?
Vicdan,
insanlığın hep merakla ve çok önemseyerek üzerinde durduğu bir konu olmuş. Dönüp
tarihe baktığımızda vicdan için akıl ve ahlâk temelinde felsefi, bazen de kâh dini
kâh politik amaçlarla pek çok yorum getirilmiş.Onu, ilahi kudretin verdiği bir yeti
olarak görenler olmuş.
Vicdanın üzerindeki gizem perdesini kaldırmak gerek. Çünkü vicdan
öteden beri sorular sorulacak ve derinlemesine sorgulanacak bir kavram olmak
yerine erişilmez düzeylere yüceltilmesiyle biliniyor.
Vicdan aracılığıyla kendimizi içimizde bir yargıç var gibi değerlendiririz. Burada birey, biri eyleyen diğeri o yaptıklarını izleyen iki kişi gibi oluverir. Siz hiç ayna karşısında ve etrafta kimseler yokken, ufacık ve bazı bazı da olsa kendinizi yargıladığınızı fark etmediniz mi? İşte bununla, tam olarak antik Yunandaki vicdan kavrayışını yansıtırmışız biz insanlar. Vicdan bir de ahlâkın bireyin kişiliğini doğrulayan yanı. Benliğin işidir diye vicdanın başvurduğu ahlâkın her şeyiyle içimizden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Dışımızın hem ahlâkı oluşturmada hem de onun kurallarıyla yargılama yapmamızda derin etkisi var.
(Fotoğraf : https://imgflip.com/memetemplate/120274857/man-yelling-at-mirror)
Bakın hepimizin mutabık kaldığı toplum sözleşmemiz dediğimiz anayasa
ne der: “Hâkimler, .. anayasaya,
kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” . Böyle diyerek yargıçların esas olarak vicdani
tercih yapmalarını ister anayasa. Fakat bunu yaparlarken kendi dışlarında belirlenmiş olgulara uyumlu
olmaları, yasa ve hukuk bilgisine başvurma zorunluğunu belirler. Örneğin
yasaların güvencesi altındaki hayvan haklarını düşünelim. Bir yandan sokak
hayvanları çocuklara korku salıyorlar, insanlara tehdit olarak görülürler. Yargıçların
ve kamunun vicdanı bunu hoşgöremez. Sokakları
bu hayvanlardan arındırmak vicdanın bir yanına doğru gelebilir. Öte yandan
vicdanın bir de “Canlı bunlar. Yazıktır. Yaşasınlar, ama insanlardan uzağa,
kırlara sürelim.” diyen sesi duyulur. Ya yasalardaki durum? Sokak
hayvanlarından, onların canlarına kıyarak, ya da onları alıştıkları,
karınlarını doyurabildikleri yerlerden uzaklaştırıp zorla kırlara bırakarak
kurtulmaya izin verilmez. Yargıçtan vicdani hükümünü bunları söyleyen yasalara
uydurması beklenir. Yani dışarıdan gelene de açık olacaktır yargıcın vicdanı.
“Dışarısı” demek diğerleri demek. Diğerleriyle etkileşim
vicdanımızı biçimlendirmede etkilidir. Yaptıklarımıza karşılık gördükçe
davranışımızın kabul edilip edilmediğini anlarız. Vicdan başkalarını izleyip
tercihlerini anladıkça da oluşur.
Ama araştırmacılar, bu dışarıdan etkilenme her
birimizde aynı sonucu yaratmaz diyor. Yani vicdan, eninde sonunda yansız,
dosdoğru, her akıllının varacağı aynı neticeyi verecek sanmayalım. Vicdana
seslenmek, yaptığımız ettiğimize ahlâken haklılık kazandırmaz. Çünkü onun asıl
işi kendi tutumuzu iç dünyamızda savunmak, haklı buldurmaktır. Vicdan, ille de
başkalarını eylemimizin
doğruluğuna ikna etme zorunluğu taşımaz. Vicdanın hepimizin ortak doğrusuna
(neyse o artık!) yönelik olduğunu düşünmeyelim.
O yüzden, başta kulağa hoş gelse bile, Ankara Emniyet Müdürlüğünün dış
duvarında yazan “Herkesin polisi kendi vicdanıdır.” sözüne inanmakta
zorlanırım. Çünkü vicdanlarımız üzerinde süzülüp gelmiş izlenim ve değerler, bizlere
özgüdür. Vicdanımın el verdiği bir şey, diğerine ters gelebilir. Üstelik bunlar duygularda
sabitlenecek kadar çok defa tekrarlanmıştır, güçlüdür, kolay değişmez.
Vicdana kaynaklık eden
bireysel ahlâkımızın, zaman içinde, kendimizin ürettiklerinden çıktığı fikrine
daha çok eğilimliyim. Bu anlayışa göre büyük oranda içinde yoğrulduğumuz
kültürün ve yetiştirilişimizin kazandırdığı yargılama yetimiz durmaz, gelişir.
Yine nörobilimin kanıtlarıyla desteklenen bu fikre bakılırsa, yetideki gelişme,
akıl yürütmeden ziyade sezgi kaynaklıdır. Ayrıca duygularımızın etkisindedir. Bundan ötürü öncelikle vicdana dayanarak doğrudan iyilik geleceğini beklememeliyiz. Ondan sonra
diyalog, kanıtlama ya da topluluk iletişimi yollarından ziyade, vicdanı
oluşturmada sezgi ve duygulara hitap eden yolları benimsemeliyiz. Ne ki o yollar?
Bence onaylanma, doyum ve ödül. Bunlarla içimizde bir kıpırtı olur. Dışarının
içimizdeki yansımalarına kalmıştır iş. Alın örneğin suçluluk duygusunu. Gelişimsel
psikoloji çalışmaları bir şeyi göstermiş: Kabahate yönelmemizi
engelleyen bu duyguyu ateşleyerek kendi kendimize verdiğimiz değeri düşürmek,
vicdanın işi imiş. Suçluluk duyacaklarımızı yapmamak. Kendimizle gururlanmak,
doyum elde etmek buradan geçiyor o halde.
Düşündükçe
aklıma gelir: vicdan yalnızca kabahat işlememizi engelleyen yargılarımız
değildir. Olumlu, sağlıklı tutum almanın gerisinde de vicdan olabilir. Yani
yanından geçip gitsek, hiç elimizi uzatmasak pek bir şeyin fark etmeyeceği
şeyleri iyiliğe yöneltmek, düzeltmek, güzelleştirmek de vicdanla ilgili. Kaldırımın
ortasına fırlatılmış boş pet şişeleri, içi boşaltılmış koca boy çerez
paketlerini, rüzgarda uçuşan poşetleri kaldırıp atık kutusuna atmasak kabahat
mi olur? Hayır, ama öyle değil işte. Bir an, ambalaj atığının ne anlama geldiği
bilgisi ile “yerdeki kirliliğe el uzatmamak gerek”, hatta “işin mi yok!” diyen
bilinç karşılaşır. Kabahatimiz yoktur,
kimse hesap soracak değildir. “Yine de böyle olmamalı” diyen iç bilinç
yargılaması ile tutar o atığı yerden alırız. Bunu yaptıranı soran olursa, ben
“Vicdandır arkadaşım” diyorum.
Bu dediğim, düşeni kaldırmak, görme engelliyi karşıya geçirmek, askıda ekmek uygulamasına
katkı gibi şeylerle sınırlı değil. Onlar yardımdır. Elbette onlar da vicdanın
işidir. Ama onlardan gayrı vicdanla yaptıklarımız var. Başta dayanışma gelir
bence.
Dayanışma, ortak davranırken bugün elde edilebilecek çıkarı gelecek yıla ertelemeyi,
kişisel yararın azlığını bile bile göze alarak başlar. “Kaz gelecek yerden pilici
esirgememek”ten uzaklaşmaktır. Dayanışmada bir iç huzur, bazen kelimelerle
anlatılamayacak bir rahatlama, ortaklaşma hazzı duyarız. İşte onu yaptıran
vicdanın kendisidir. Üstelik yukarıda dedik ya, sonunda ele geçen onaylanma, doyum
ve gönül ödülleri sayesinde dayanışma, vicdan üzerinde çalışır, onu işler,
yeniler, değiştirir.
Komşuluğu
da böyle görelim. Bir tek karşı kapıyı çalıp dönüşünü beklemeden bir kase aşure
vermeyi değil. Daha çoğunu, daha
fazlasını. Mahalle, semt ortaklığı komşuluğundan söz ediyorum. Eğer komşuluğu
onaylar, komşuluğun vereceği doyumu artırır, ödüllerini çoğaltırsak tutumlarımız
vicdanlara bırakılacak noktaya gelir. Gözünüzü kapadığınızda karşıdan karşıya
geçen kim olursa olsun yol veren sürücüleri, susuzluk çeken ağaç fidanına
evinden su taşıyan sokak sahiplerini, aracını tam köşeye park etmeyip dönüş
yapanın görüşünü tıkamayı kendine yediremeyenleri, kirletmemeyi benimsemişleri
hayal edebilirsiniz. Bunlar çoğaldıkça öteki vicdanlar da topyekûn düzelmeyi
cevapsız bırakmaz.
Yaşantımızda olanlar vicdana bırakmaya değmesine değer, ama vicdanı nasıl
oluşturuyoruz? Işte yapacağımız buna hak ettiği özeni göstermek.
* Bu yazıda Stanford Felsefe Ansiklopedisinden yararlanıldı
https://plato.stanford.edu/entries/conscience/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder