7 Mayıs 2024 Salı

VİCDANA BIRAKMAK*

Her birimiz birer ‘vicdanlı insan’ olsak adil bir dünyada rahat yaşar mıyız? Bazılarının vicdanı kara da çektiğimiz her şey “kara vicdanlı”lardan mı ötürüdür?

Vicdan, insanlığın hep merakla ve çok önemseyerek üzerinde durduğu bir konu olmuş. Dönüp tarihe baktığımızda vicdan için akıl ve ahlâk temelinde felsefi, bazen de kâh dini kâh politik amaçlarla pek çok yorum getirilmiş.Onu, ilahi kudretin verdiği bir yeti olarak görenler olmuş.

Vicdanın üzerindeki gizem perdesini kaldırmak gerek. Çünkü vicdan öteden beri sorular sorulacak ve derinlemesine sorgulanacak bir kavram olmak yerine erişilmez düzeylere yüceltilmesiyle biliniyor.

Vicdan, önem verilen konularda içte yansıyan yargılamalardır. Yani kişinin kendiliğinden, öz ahlâki değerleriyle dolaysız bir biçimde yargılamasını sağlayan iç yetisi. Bir de kişiyi bunu yapmaya yönelten (motive eden) iç duyu imiş. Kişinin kendi edimlerini, tüm yapıp etmelerini ahlaki bakımdan yargılama yetisi vicdandadır. Bir başka ifadeyle vicdan, içimizin bilinci, kendi derinliğimizin bilinç düzeyidir derler.

Vicdan aracılığıyla kendimizi içimizde bir yargıç var gibi değerlendiririz. Burada birey, biri eyleyen diğeri o yaptıklarını izleyen iki kişi gibi oluverir. Siz hiç ayna karşısında ve etrafta kimseler yokken, ufacık ve bazı bazı da olsa kendinizi yargıladığınızı fark etmediniz mi?  İşte bununla, tam olarak antik Yunandaki vicdan kavrayışını yansıtırmışız biz insanlar. Vicdan bir de ahlâkın bireyin kişiliğini doğrulayan yanı. Benliğin işidir diye vicdanın başvurduğu ahlâkın her şeyiyle içimizden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Dışımızın hem ahlâkı oluşturmada hem de onun kurallarıyla yargılama yapmamızda derin etkisi var.                                     

(Fotoğraf : https://imgflip.com/memetemplate/120274857/man-yelling-at-mirror)

Bakın hepimizin mutabık kaldığı toplum sözleşmemiz dediğimiz anayasa ne der: “Hâkimler, .. anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” . Böyle diyerek yargıçların esas olarak vicdani tercih yapmalarını ister anayasa. Fakat bunu yaparlarken  kendi dışlarında belirlenmiş olgulara uyumlu olmaları, yasa ve hukuk bilgisine başvurma zorunluğunu belirler. Örneğin yasaların güvencesi altındaki hayvan haklarını düşünelim. Bir yandan sokak hayvanları çocuklara korku salıyorlar, insanlara tehdit olarak görülürler. Yargıçların  ve kamunun vicdanı bunu hoşgöremez. Sokakları bu hayvanlardan arındırmak vicdanın bir yanına doğru gelebilir. Öte yandan vicdanın bir de “Canlı bunlar. Yazıktır. Yaşasınlar, ama insanlardan uzağa, kırlara sürelim.” diyen sesi duyulur. Ya yasalardaki durum? Sokak hayvanlarından, onların canlarına kıyarak, ya da onları alıştıkları, karınlarını doyurabildikleri yerlerden uzaklaştırıp zorla kırlara bırakarak kurtulmaya izin verilmez. Yargıçtan vicdani hükümünü bunları söyleyen yasalara uydurması beklenir. Yani dışarıdan gelene de açık olacaktır yargıcın vicdanı.

“Dışarısı” demek diğerleri demek. Diğerleriyle etkileşim vicdanımızı biçimlendirmede etkilidir. Yaptıklarımıza karşılık gördükçe davranışımızın kabul edilip edilmediğini anlarız. Vicdan başkalarını izleyip tercihlerini anladıkça da oluşur. 

Ama araştırmacılar, bu dışarıdan etkilenme her birimizde aynı sonucu yaratmaz diyor. Yani vicdan, eninde sonunda yansız, dosdoğru, her akıllının varacağı aynı neticeyi verecek sanmayalım. Vicdana seslenmek, yaptığımız ettiğimize ahlâken haklılık kazandırmaz. Çünkü onun asıl işi kendi tutumuzu iç dünyamızda savunmak, haklı buldurmaktır. Vicdan, ille de başkalarını eylemimizin doğruluğuna ikna etme zorunluğu taşımaz. Vicdanın hepimizin ortak doğrusuna (neyse o artık!)  yönelik olduğunu düşünmeyelim. O yüzden, başta kulağa hoş gelse bile, Ankara Emniyet Müdürlüğünün dış duvarında yazan “Herkesin polisi kendi vicdanıdır.” sözüne inanmakta zorlanırım. Çünkü vicdanlarımız üzerinde süzülüp gelmiş izlenim ve değerler, bizlere özgüdür. Vicdanımın el verdiği bir şey, diğerine ters gelebilir. Üstelik bunlar duygularda sabitlenecek kadar çok defa tekrarlanmıştır, güçlüdür, kolay değişmez.

Vicdana kaynaklık eden bireysel ahlâkımızın, zaman içinde, kendimizin ürettiklerinden çıktığı fikrine daha çok eğilimliyim. Bu anlayışa göre büyük oranda içinde yoğrulduğumuz kültürün ve yetiştirilişimizin kazandırdığı yargılama yetimiz durmaz, gelişir. Yine nörobilimin kanıtlarıyla desteklenen bu fikre bakılırsa, yetideki gelişme, akıl yürütmeden ziyade sezgi kaynaklıdır. Ayrıca duygularımızın etkisindedir. Bundan ötürü öncelikle vicdana dayanarak doğrudan iyilik geleceğini beklememeliyiz. Ondan sonra diyalog, kanıtlama ya da topluluk iletişimi yollarından ziyade, vicdanı oluşturmada sezgi ve duygulara hitap eden yolları benimsemeliyiz. Ne ki o yollar? Bence onaylanma, doyum ve ödül. Bunlarla içimizde bir kıpırtı olur. Dışarının içimizdeki yansımalarına kalmıştır iş.  Alın örneğin suçluluk duygusunu. Gelişimsel psikoloji çalışmaları bir şeyi göstermiş: Kabahate yönelmemizi engelleyen bu duyguyu ateşleyerek kendi kendimize verdiğimiz değeri düşürmek, vicdanın işi imiş. Suçluluk duyacaklarımızı yapmamak. Kendimizle gururlanmak, doyum elde etmek buradan geçiyor o halde.

Düşündükçe aklıma gelir: vicdan yalnızca kabahat işlememizi engelleyen yargılarımız değildir. Olumlu, sağlıklı tutum almanın gerisinde de vicdan olabilir. Yani yanından geçip gitsek, hiç elimizi uzatmasak pek bir şeyin fark etmeyeceği şeyleri iyiliğe yöneltmek, düzeltmek, güzelleştirmek de vicdanla ilgili. Kaldırımın ortasına fırlatılmış boş pet şişeleri, içi boşaltılmış koca boy çerez paketlerini, rüzgarda uçuşan poşetleri kaldırıp atık kutusuna atmasak kabahat mi olur? Hayır, ama öyle değil işte. Bir an, ambalaj atığının ne anlama geldiği bilgisi ile “yerdeki kirliliğe el uzatmamak gerek”, hatta “işin mi yok!” diyen bilinç karşılaşır.  Kabahatimiz yoktur, kimse hesap soracak değildir. “Yine de böyle olmamalı” diyen iç bilinç yargılaması ile tutar o atığı yerden alırız. Bunu yaptıranı soran olursa, ben “Vicdandır arkadaşım” diyorum.

Bu dediğim, düşeni kaldırmak, görme engelliyi karşıya geçirmek, askıda ekmek uygulamasına katkı gibi şeylerle sınırlı değil. Onlar yardımdır. Elbette onlar da vicdanın işidir. Ama onlardan gayrı vicdanla yaptıklarımız var. Başta dayanışma gelir bence.

Dayanışma, ortak davranırken bugün elde edilebilecek çıkarı gelecek yıla ertelemeyi, kişisel yararın azlığını bile bile göze alarak başlar. “Kaz gelecek yerden pilici esirgememek”ten uzaklaşmaktır. Dayanışmada bir iç huzur, bazen kelimelerle anlatılamayacak bir rahatlama, ortaklaşma hazzı duyarız. İşte onu yaptıran vicdanın kendisidir. Üstelik yukarıda dedik ya, sonunda ele geçen onaylanma, doyum ve gönül ödülleri sayesinde dayanışma, vicdan üzerinde çalışır, onu işler, yeniler, değiştirir.

Komşuluğu da böyle görelim. Bir tek karşı kapıyı çalıp dönüşünü beklemeden bir kase aşure vermeyi değil.  Daha çoğunu, daha fazlasını. Mahalle, semt ortaklığı komşuluğundan söz ediyorum. Eğer komşuluğu onaylar, komşuluğun vereceği doyumu artırır, ödüllerini çoğaltırsak tutumlarımız vicdanlara bırakılacak noktaya gelir. Gözünüzü kapadığınızda karşıdan karşıya geçen kim olursa olsun yol veren sürücüleri, susuzluk çeken ağaç fidanına evinden su taşıyan sokak sahiplerini, aracını tam köşeye park etmeyip dönüş yapanın görüşünü tıkamayı kendine yediremeyenleri, kirletmemeyi benimsemişleri hayal edebilirsiniz. Bunlar çoğaldıkça öteki vicdanlar da topyekûn düzelmeyi cevapsız bırakmaz.

Yaşantımızda olanlar vicdana bırakmaya değmesine değer, ama vicdanı nasıl oluşturuyoruz? Işte yapacağımız buna hak ettiği özeni göstermek.

* Bu yazıda Stanford Felsefe Ansiklopedisinden yararlanıldı https://plato.stanford.edu/entries/conscience/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder