Sahnede izlediğiniz akrobatı, ya da açık havada gerili
telinin üzerinde bir ip canbazını düşleyin. Gösteriden en çok ne zaman keyif alırsınız? Tek
elinin üzerinde amuda kalktığında mı? Ya baş aşağı dururken, yukarı bakan ayak
tabanlarının ucuna pırıl pırıl parıldayan o renkli kocaman silindiri alıp, bir
sol bir sağ ayağının vuruşuyla döndürdüğünde? Yoksa aynı silindirden bir
ikincisini ayak uçlarına yerleştirtip
iki silindirin bir birini, bir ötekini yukarı fırlattıktan sonra havada daire
çizdirip yine birer birer ayaklarının üzerine düşürdüğünde mi? Akrobat ya da
canbazın zorluk derecesi yükselen yeni numaraları çoğaldıkça gösteri daha ilginç,
daha heyecan verici olur. Her yeni numara, izlemenin değerini artarır. Yenilik,
değer yükseltme şansını yaratır.
Alışılmışın sınırlarını
zorlamak. Yenilikçilik budur. Belki de iki taşı birbirine vurup birinde keskin
bir kenar yaratarak yüzbinlerce yıl önce
ilk kez alışılmışın dışına çıkmış insanoğlu. Taşla ezme işleminin yanına taşla
kesmeyi eklemiş. Bir cisme değer katma belki de ilk bu yenilikle başlamıştır.
Yeniliği, elimizdeki varlığın, becerilerimizin, yaşam kalitemize katkılarını
artırma umudu için isteriz. Yenilik, güçlendirir. Yenilik, daha sağlıklı, daha
sürdürülebilir kılar. Yenilik, kolaylaştırır.
Yenilikçilik ek özellikler, yeterlikler, tasarruflar getirmektir.
Sorun çözmede yenilik işe yarar, Fakat yenilik yalnızca başı ağrıyınca, keyif
kaçınca, sorun çıkınca aranan çözüm müdür? Çoğunluğun yakınmadığı, var olana alışıp
kabul ettiği durumlarda yenilik yapılamaz mı? Bal gibi yapılır. İşte eşekli kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün okuyucuyu
kitaba değil, kitabı okuyucuya götürme yeniliği; işte askıda ekmek gibi askıda
tiyatro, askıda opera bileti yeniliği; hele bilişim çağı, internet ile yüz yüze
gelmeden yapılan takaslardan kitle fonlamasına kadar işte sayısız paylaşımcı yenilik.
Sorun çözmek için değil yaşarken elimize geçenleri daha geliştirmek içindir
bunlar. Ama hiçbiri kolay başarılmamıştır. Çünkü her yenilik
bir şeyler inşa etmek demektir. İnşa etmek ise bir sürü değişik konuda bilgiyi,
yer yer bilinmeyene dalmayı, habire
tercih yapma cesaretini göstermek ister.
Keşke bu kadarla kalsa. Yenilikçilikte tek zorluk mevcudu anlamak, henüz
yapılmayanı, mevcut olmayanı ortaya çıkarmak değil ki. Yeniyi arayanlar asıl
zorluğu ne zaman yaşarlar bilir misiniz? Sıra var olanı savunanları ikna etmeye
gelince. Atomu parçalamak büyük yenilikti. Ama Einstein bundan daha da zoru
olduğunu söyler: önyargıları kaldırmak. Haydi gelin yenilikçilere söylenen o bilindik
birkaç sözün örneklerini anımsayalım: “Daha önce denendi olmadı arkadaş!”,
“Kurallar var, biliyor musun?”, “Teoride olur görünüyor belki de, pratiğe
gelince…”, “Her yer gibi değil burası, başkayız.”, “Kolayı varken…”, “İzin
vermezleeer.”. “Şimdi değil de, uygun koşullar gerçekleştiğinde deneriz. O gün
ben de seninle olurum.”, “Kimleri karşına alacaksın, bir bilsen.”,
“Tecrübelileri dinle. Kaç zamanda bu işin bileni oldun ki?”, “Yapan var zaten. Sana
mı kaldı?”..
Beceri yalnız yeniliği ortaya çıkarmaktan ibaret değil elbette. İşin bir de uyumlanmak, yeniliği uygulamak yanı var. Yenilik yapmak fark etmeyi, kabullenmeyi gerektirir. Liradan sıfırlar atılalı 15 yıl olmuş. Bindiği dolmuşta elini cebine atarken halâ “Çiğdem üçbuçuk milyon lira değil mi kaptan?” diyen –olmaz a, varsayalım çıktı bir kez- olsa, bu basit yenilik neden zoruna gider, neden değişikliğe duyarlık göstermez?
Yenilikçiler arasında fikrini
sınamayanı, denemeyeni pek çıkmaz. Yenilikçiliğin bir güçlüğü deney gerektirmesidir.
Önce karşılaşılabilecek durumlar akıl edilecektir. Sonra bu durumlar başa gelse
yenilik nasıl görünecek anlaşılmaya çalışılır. Ev mutfaklarından leke çıkarmaya,
bilgisayar oyunlarından giysi seçimine kadar, yaptıklarımızda farklı bir şeylere
kalkıştık mı, önce küçük çaplı bir denemede görmek isteriz. Deney en basit
biçimiyle budur. Basit görünür evet, ama
deneylerin yaşamsal önemi vardır. “Deneriz, yanılırız; yeniden dener, yine
yanılırız.” diyenleri teşvik etmeden yenilikçilik yaşayamaz. Burada, deneyenin ne
yaptığını bilmesi kadar, destek verenlerin her geçerli denemeyi ve her şeyi bilmemekten
kaynaklı kaçınılmaz yanılmaları hoşgörmesi de gerekir. Ünlü yazar Samuel
Beckett’in dediğini iyi bellemişimdir: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi
yenil.”. Sorun, deneyip yenilmekte değil, ne yapmak isterken, nasıl yenildiğindir.
Birlikte yaptıklarımızda da yenilik yaşayabiliriz. Toplum yaşantımızda pek çok
ortak etkinlik ve başkalarıyla etkileştiğimiz uygulama var. Toplum olmanın
zorunlu yönü budur. Zaman zaman bunlarda da yeniliklerle karşılaşırız. Kuyruğa
girmekten tutun, evsel atıkların ayrıştırılarak toplanmasına, Çevre Etki Değerlendirme
Halkın Katılımı Toplantısı’ndan devre mülke kadar vaktinde başlatılmış
toplumsal yenilikler saymakla bitmez. Geçen gün kural hatası yapan sürücü
yüzünden trafik tıkanmışken, cezaların
bir bölümünün gönüllü (fahri) trafik müfettişlerince yazıldığını konuştuk.
1997’de başlamış bu uygulama. Herhalde o gün için ilginç bir toplumsal
yenilikti. Trafik güvenliğimizi iyileştirir diye umulmuştu.Toplumsal
yenilikçilik, yaşantılarımızda kaliteye kolay, yaygın ve daha ileri ölçülerde
erişmek için yapılan düzenlemelerdir.
Yenilikçi uygulamaları kurmak zordur, öte yandan karşı çıkanı boldur, Açıkcası yenilikçiliğin yolu kimi yerde dik yokuş kimi yerde sarp kayalıktır. Ama ödülü insanlara umut aşılaması, o yolun sonunda varlıklarımıza ve yaptıklarımıza, ortak yaşantılarımıza taze değerler katma olasılığıdır. Yani yenilikçilikte umut vardır. Yenilikçi olmak beceri kadar cesaret de ister. Umut mu? O, cesaret olmadan yapamaz zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder