3 Haziran 2020 Çarşamba

UMUT KUŞU



Geçen gün arkadaşım “Umut yürekte geveze kuştur, hiç susmaz.” dedi. Laf nereden buna geldi? Elbette virüs salgınına ilişkin önlemler ile kısıtlanan yaşantılarımız ve daha önemlisi yaşamın durmasından etkilenen milyonların yakın geleceğini endişe ile konuşurken. Umuda geldi dayandı sözümüz. Yine de umut var gönlümüzün bir kıyısında. Hep oradaydı zaten.


Efsaneye göre, Anka (Zümrüd-ü Anka) kuşu ölmeye her yaklaşışında kendini yakıp küllerinden yeni bir anka kuşuna yaşam verir. Dev kanatlarını çırpışıyla tohumları toprağa kavuşturup bereketi sürekli kılan da odur. 











İnsan yaşamaya koşullu bir varlık. Yaşamaya, dişi tırnağıyla tutunmak bütün canlılar gibi, bizim türümüzün de iradesine kazınmış. Belki de yüzbinlerce, milyonlarca yıl öteden, en uzak atalarımızdan edindiğimiz, hücrelerimize, kimyamıza işlemiş en kalıcı mirasımız bu: yaşamaktan vazgeçmemek. ‘Çıkmayan canda ümit vardır.’ deyişi bunu ne güzel dillendirir.


Öte yandan insanoğlu bilinçli. Çok zengin bir iç dünyası var. Yani yalnızca yaşamaya koşullanmış, iç dünyasında hiçbir kıpırdanma olmadan oradan oraya savruluyor değiliz. İnsan elindekinin de, umut ettiğinin de farkında. İzlenimleri, duyguları, tepkileri var. Bir yandan umut ediyoruz, bir yandan da gerçeklerle boğuşuyoruz. Yaşamak, rahat etmek, daha çok konfor umudumuzu taşır, refahımız için düşler kurarken, bir yandan da olup biteni tartıp biçiyoruz. Umut edip elde edemediklerimiz oluyor. Karşılığını bulamadığımız umutlar düş kırıklığına götürüyor. Ardı ardına kırılmış düşler, umutsuzluğa, olacaklara ilişkin güven yitirmeye, hatta yaşama tutunma irademizi zayıflatmaya neden oluyor. Yani umudun çokça kırılması başlı başına sağlıksız bir durum.

Bu yüzden umut ettiklerimizin sağlam gerekçeleri, dayanağı olması daha iyi. Her umut kırılmasın diye umudun gerisinde duranları aramalıyız. Umut ederken en akıllıca yapılacak iş bence “Neye güvenerek umut ediyorum?” sorusuna yanıt bulmaktır. Yürekteki geveze kuşla etraflıca söyleşip, bunu görüşmek fena fikir değildir.


Cesareti, umudun ikiz kardeşi sayarım. İç dünyamızda neredeyse birlikte doğmuş gibidirler. Kimsenin bilemeyeceği kadar birbirini anlar, desteklerler. İkizler, zorda kalınca birbirini arar. Cesaret umudu, umut ise cesareti artırır.

NewYork’ta bir Fransız ip cambazının, güvenlik görevlilerinden gizlenerek kaçamak yollarla  iki muazzam kule arasına gerdiği tel üzerindeki yürüyüş öyküsünü anlatan filme (https://volkansel.com/tehlikeli-yuruyus-filmi-the-walk.html/) bayılırım. Phillippe Petit
adlı bu genç cambaz, yaşamının en büyük hamlesine kimsenin katılmadığı bir umutla kalkışır. Başaracağına umudu tamdır. Çünkü cesareti vardır. Nereden gelir bu cesareti?




Cesarete can suyunu veren bir becerimiz var.  O, anlama becerimizdir. Hani şu, ne nasıl oluyor diye zihnimizde kurduğumuz temsili görüntülerle yaptığımız. Bıçağın kesmeyen tarafını sürttüğümüzü derhal öteki tarafına çevirdiğimizde bıçağı anladığımız; ağzı sıkı sıkıya kapalı koca bir varilin kenarına vurduğumuzda çıkardığı sesten nereye kadar dolu olduğunu anladığımız gibi.







Anlamadan güven duymak olmaz.  Güven duydukça da cesaretleniriz. Demek “cahil cesareti” ile kendimizi aldatmadan, düş kırıklıklarıyla gönlümüzde yaralar açmadan umutlanmak istiyorsak, daha işe başlarken, sonrasında ne ile karşılaşacağız işte ondan anlamamız gerek.

Anlamak, bildiklerimiz arasında bağ kurmak, zihin dolaplarımızdan yaşananların karşılığını çekip çıkarmaktır. Bıçağın kesmeyen yanı geldiyse, öteki yanı kesecek diye anlamlandırır o yanını çeviririz. İki taraflı bir kesicinin bir tarafı işe yaramıyorsa diğer tarafı olduğu aklımıza gelir, çünkü zihnimizde bunları birbirine bağlamışızdır. Koyu koyu bulutlar çoğalıp alçalmış, sıcaklık düşmüş, uzaklardan gök gürültüleri duyulmaya başlanmışsa, yağmurun yaklaştığını anlarız. Bu üç olgu ile yağış fikrini zihnimizde birbirine bağlamışızdır.
 
Fakat aklımızdakiler, bildiklerimiz her zaman birbirine bağlanmaya ve bir karşılık bulmamıza yetmez. Bazı uçlar boşta kalabilir. Bu durumda öğrenme gerekiyordur. Öğrendikçe yeni uçlarda bağlantı kurar, anlamaya, yeni karşılıklar yaratmaya başlayabiliriz. Umuda açılan yolların en gerçekçi olanı, anlama durağından geçer ve öğrenme istasyonundan yola çıkar.

Bu işi kendi başımıza yapsak, bireyleri tek tek geliştirsek, olası mı? Kendi kendimize yeterince öğrenebilir miyiz? Bana sorarsanız güç iş. Çünkü öğrenilmesi gereken öyle şeyler var ki, aynı anda ve bir arada akılda canlandırmayı, o birikimi, çok yönlü deneyimi gerektiriyor. Örneğin dövüşmeyi ve silahları iyi öğrenmek, sizi iyi komutan yapmaya yetmez. Pek çok başka bilgiyi ve askerliğin farklı düşünüş yollarını, uygulama zenginliğiyle usulüne uygun bağlayanlar başarabiliyor bunu.

Korona salgınının öğrettiklerinden yararlanmamız ve toplumca iyiliğe ermemiz için yürekteki geveze kuştan umutlu konuşmasını istiyoruz. Bu bizim cesaretimizi artıracak, daha zorlu adımları atabileceğiz. Madem öyle, bana göre bu, şimdiden sonra anlamamız gereken yeni şeyler var demek. İşe öğrenmekle başlamalıyız. Kendi kendimize, kitaplara, raporlara kapanarak, sosyal medyada ‘uzman’ görüşlerini izleyerek öğrenmemiz yetmeyecek. Toplum adına gerçekçi umutları yaratıp sağlıklı düşleri yaşatmak için, toplumdan, insan kümelenmelerinden de öğreneceklerimiz var. Birbirimizle kuracağımız iletişim o yüzden önemli.


Umut kuşu geveze olabilir, ama şimdi yakın, sıcak, kapsamlı ve içten iletişim ile beslenmeyi bekliyor o bizlerden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder