Emanete iyi bakmak için Yasemin...
İki yaşında ayrılıp otuz iki yıl hiç dönülmeyen bir memlekete şöyle bir uğramak zorunda kalmış bir kadın. Yurtdışının iyi okullarında alınmış eğitimi, Batının en büyük metropollerinden birinde başarılı kariyer yolu, hayallerin biçimlediği hırsları ve yükselmekten başka dünyalara körleşmiş gözü ile yaşadığı onca yıl boyunca geride bıraktığı ülkesi ve yanındaki annesi dışında ailesiyle hiç ilişkiye girmemiştir Yasemin. Büyük serüveni Yasemin’i işte böyle bir noktada yakalamıştır.
Miras işlerini çözmek amacıyla Türkiye’ye anlaşılan Edremit körfezinin enfes bir köşesindeki dede evine bir iki haftalığına uğradığında geçmişin bütün sırlarıyla bir emanetin onu beklediğini bilmemektedir tabii. O emanette otuz iki yıldır hiç temas etmediği dedesi ve babaannesinin 60-70 yıl önce Hasanoğlan Köy Enstitüsünde başlayan inanılmaz öyküsü ve uzaklarda kendisine sorup durduklarının yanıtları ağır ağır belirmeye başlar
O, yaşama sıcak bakmanın sevinciyle geçmişine hayıflanmalar arasında gidip gidip gelir. Ama yazarımız iyiliğin içimizde bir yerlerde gömülü olduğunu öylesine benimsemiştir ki, Yasemin o iç dünyasını yaratanın zaten bu topraklar olduğunu ve bunu yeni anladığına şaşıp kalır. “Arkamda bu denli iyilik bıraktığıma, bunlardan bu denli habersiz olduğuma inanamıyorum.” onun Emanet romanı boyunca yaptığı naif itiraflarından biridir.
Roman dar bir mekanın dünyasında düz bir zaman çizgisini takip ediyor. Arada bir geriye dönük anlatımları hep şimdiki zamanın çerçevesinin içine sıkı sıkıya sığdırılıyor. Onyıllar öncesi anlatıldıktan hemen sonra o olaylara romanın şimdisinde yapılan müdahaleler geliyor. Tüm müdahaleler de anında geçerli oluveriyor. Bu, ister istemez olay zincirlerini tekdüze bir mekanikliğe indiriyor doğrusu.
Emanet’te, bu memleketi kusurlarına rağmen, kötü insanlarına rağmen sevmek,
güzel komşuluk, anılara, alışıldık tatlara yüzde yüz bağlılık gibi bugün ben
gibilerin özlemle andığı içtenlik pınarlarından kana kana içmek var. Doyuruyor mu? Hem de nasıl. “İmkansız sadece
senin rızandır” özdeyişi ile “Kimse bakmazken sen kimsin?” sorusunun asıl
ahlaki test olduğunu anımsatan net, adeta “kemiksiz” örnekler de çok hoşa
gidiyor.
Nasıl olacak bu Yasemin? Senin gibi, Bora gibi yiğit insanları bulup çıkarmakla mı? Yetmiyor ki. Engel olacak insanlara tek tek odaklanmaktan öte, engel olacak sağlam yollar, şaşmaz işlerlikte düzeni bulmak lazım. Bulmak da yetmiyor. Yerleştirmek, benimsetmek. Çünkü engel olmak için yola çıkacak yiğitler de sonuçta kendileri toplumun ürünleri ve diğer toplum ürünleriyle iş yapacak.