Başlanıp
bitirilmeyen ne çok şey var etrafımızda. Heyecanla başlamış ama yarım bile
değil biraz yapılıp bırakılmış onca girişimi, işyerini, projeyi, ilişkiyi, oluşumu,
grubu görüp de üzülmemek elde midir? Üzüntü iki nedenledir: başlamak için
gereken emek ve özveri az değildir bir defa. Yazık! Yarım bırakılınca bir sürü
şeye yazık olur, çünkü boşa gitmişlerdir. İkincisi, ileri atılım yapılacaksa
çekirdeğinde bireysel öncüler, kafa yoran, gönül veren vardır. Günlük
yaşayışlarının dışına taşan, fazladan uğraş veren, araştıran insanlardır bunlar.
Bu az sayıdaki insanın başladıkları, erken çağında çürüyüp terk edilirse, başka
alanlarda yeniye girişmek isteyenlerin cesareti gitgide daha derin kırıklarla
ölür. İnsan ve toplum sorunlarını çözmek, arzuların daha çok yerine getirilmesi
demek olan ilerleme tökezler; kimse zaman içinde rahat edilebileceğine inanmaz
olur.
“Başlamak bitirmenin yarısıdır” denir. Doğru da, o, çekilecek zorluğun çoğunun başlangıçta olduğu anlamına gelmez. Benim yorumum şudur: bitime varılabildiğinde başlanan niyetin ancak yarısının ele geçebilir. O da nasıl? Bitime erişebilinirse. Her işin asıl zorluğu başlandığı andaki beklentilerle sürdürülmesidir. Bitime doğru yol alınırken çoğu durumda başlanan niyetten gitgide hayal edilenden uzağa düşülür. Çünkü yürünen yolda akla gelmedik engeller vardır. Her engel, en baştaki umudu biraz daha kırpar, başlarken ne kadar özgün düşünürsek düşünelim her adım bizi biraz daha olağan olana, herkesin yapmakta olduğuna, standarta yanaştırır; yenilik can çekişir, ağır ağır yok oluşa gider. YA arzumuz? Çözüm? Başka bahara kalır. Tüketiciye sunmayı niyet ettiğiniz Hamsiköy sütlacı her yerdeki gibi daha çok nişasta kokmaya ve pelte kıvamında (ninem “titrek” derdi böyle sütlaca) olmaya, yepyeni anlayışla yürüyecek emlakçiliğimiz gitgide komisyon pazarlıkçılığına dönüşmeye başlar. Oysa girişirken hiç de öyle olsun istenmemiştir.
Ya devamı
getirme becerisine güvenimiz? İşte orası kuşkuludur. “.. ama gözü yemiyor.” deriz. Göz organımız ile
yemek eylemi.. Nedir bunun asıl anlamı? Arkasını göremediğimizi anlatmak isteriz,
önümüzde dikilen koca bir sorun yığınının aşıp ardındakine gözle dahi
erişemediğimizi vurgularız. Devamını getiremeyecetir. Her heves dolu başlangıç yapanın
başına dağ gibi dertler gelir diye endişeleniriz.
“Hele bir başla
sen.”. “Ah biri şuna başlayacak ki.”. Bir başkası başlasın da, sonrası nasıl
olsa bizim değil, onun derdi olacaktır. Birilerinin başlamasına bunca düşkünlüğümüze
karşın devamlılığa, sürdürülebilirliğe pek yüz vermeyişimiz nedendir? Bana
kalırsa, yaşamın çetrefil ortamıyla başetmede yetersiz oluşumuz. Başlarken
farklı, iş yürüdükçe bambaşka bir ortamda olunacaktır. İşin sırrı şuradadır: Öngörememek,
hazırlıksızlık.. Başlanacak yerin bir “yerel iklimi” olduğunu anlamadan,
dünyayı yalnız kendi hikayelerimiz ve düşlerimizden ibaret sanmamız.. Düşlere
bir de planlama eşlik etse, ne iyi ederiz.
Ama gerçek
anlamında plan. O planı yapamamanın gerisinde belirsizlik duygusu,
örgütlenmesizlik ve eşitsiz söz hakkı, yani gerçek manada adil olmaktan kaçınma
vardır. “Hele bir yola çıkalım. Kervan yolda düzülür”. Belirsizlik için çaremiz
“Allah kerim!” dir. Oysa belirsizlik işbirliğiyle ve seçenekleri tek tek bulup
çıkarmakla azaltılır. İşbirliği ve seçenekler yaratmak ise örgütlenmenin görev
bölüşümü, farklı bakışları ciddiye almakla olasıdır. Görev bölüşümü ve farklı bakışlara önem
vermenin altında ne yatar? Eşitler arasında sözün ve karar almanın hakça
dağılımı.
Diyeceğim şu: “Bir başlasın da” ile “Başlayayım bakalım” demek arasında dünya kadar fark var. “Başlasın”, “Başlansın” yerine, bunların tam tersine “Olur. Başlayalım”, “Başlaman için ne yapabiliriz?”, “Dediğine başladık diyelim, haydi gel ya sonra konusuna bir göz atalım.” ile yaklaşalım bence, olur mu?.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder