Son okuduğum romanda yıllar evvel İzmir’de iki esnaf, biri Müslüman diğeri Musevi, insan çalıştırmanın incelikleri üzerine konuşur. Musevi olanı zaman zaman sabahın erken saatlerinde çalıştıracak kimseyi bulamadığından, işçilerin işleriyle ilgili sabit fikirleri olduğundan, hiç esneklik göremediğinden yakınır. Müslüman olanı ise arkadaşına yanıtında, iş sahibi olanların birer de hayali olduğunu, bu hayalin ikide bir değiştirilmesinin hoş karşılanmayacağından söz eder. “Sen bilmezsin bizi. Mayamız hayalle yoğrulmuştur. Hayal uçunca akıl kalır mı?” diye ekler.
Doğrudur. Hayal uçarsa akıllı olmayı beklememek gerek. Aklı özgür kılan, olmayacak gibi görünen şeylerin birden bire beliren ince ayrıntılarına hayaller sayesinde odaklanırız. Bayıldığım bir hikaye var benim: Yıllardır bir otomobil alma hayali kuran kendi halinde bir aile. Adam, şöyle adamakıllı bir aile otomobilleri olsa hayalini eşi ve çocuğuna uzun uzun anlatmaktadır. İşte şuralara gidilecektir, ev ziyaretlerinde geç saatlere dek rahat rahat oturulabilecektir. Uzun yola mı çıktılar, su ısıtıcısı ve mini buzdolabından kesintisiz içecek servisi olacak, koltuklar yatırılıp deniz manzaralı tenha bir yamaçtaki dev ağacın gölgesinde ailecek püfür püfür öğle uykusu bile çekilecektir. Üçü birden o erişilmez hayalle kendinden geçmişken ufaklık fırlar ortaya “ Tabii ya baba, önde oturup yol boyunca istediğim albümü taktığım gibi ne dinleriz o gümbür gümbür sistemden ha!”. Anne birden hiddetlenir “Aç o kapıyı ve derhal in bakiim sen önden, babanın yanı her zaman benim yerim.” Hayale kapılmak akıl yürütmenin olmayacak derinliklerinde böyle gezinmektir işte.
Ünlü fizikçi Albert Einstein boşuna dememiş: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar.“ Bilgi elbette önemsiz değildir. Bunu asla söyleyemem.
Ama bilgiyi yararlı kılan hayal gücüdür. Bilgiyi iş yapar kılan odur.
Bakın bir büyük eğitimcimizin(*)
izlediği anlayış neymiş: “Bilmek yapabilmektir.” Yapamadığım bilmeyi ne edeyim, değil mi? İyi
de, tarihi, dünya ülkelerinin siyasi yönetim biçimlerini, kır çiçeklerinin,
otlarının adlarını, şiirlerin, şarkıların, yazarlarını bestecilerini bilmekle ne
yapabilir ki insan? Bunlar sayesinde farklı olanları birbirinden ayırmayı, çeşitliliğin
gerisinde yatanı, zihnimizde benzerlikler üretmeyi, aklımızdan geçeni başkasına anlatabilmeyi, örnekleri
çoğaltmayı, çağrışımlarla yenilikler düşlemeyi yapabiliriz. Ama hepsinde
çerçeveyi ve bağlayıcı dolgu malzememizi sunan güç, hayal kurabilmemizdir. Hayal etme gücü.dür Einstein'ın vurguladığı bu olsa gerek.
Hayal
gücünün büyük gizi birleştiriciliği, kurmacacı oluşunda yatar. Bağ kuramazsak,
sınırlar tarif edip sınırların içini birbiriyle bağlı şeylerle doldurmayı, sonra sınırları yeni
baştan ve daha da ötede çizmeyi beceremezsek, bu gizemli gerçek pek işimize
yaramaz. Kısacası yapabilmeyi olanaklı kılan hayalciliğimizdir.
Yaratmak var ya, hayalsiz olmaz. İnsanların tüm yarattıklarını düşünün.
Hepsini salt hayallere bağlayanlar var. Biri de çok satan Sapiens kitabıyla tanınan
Noah Harari. Bakın o kitabında ne der: “Birileri milyonlarca insanı tanrılara,
milletlere veya sınırlı sorumlu şirketlere inanmaya nasıl ikna eder?.. Kendi aramızda sadece fiziksel olarak var
olan şeylerden, örneğin nehirlerden, ağaçlardan ve aslanlardan bahsedebilseydik
eğer, devletlerin, kiliselerin ve hukuk sistemlerinin kurulmasının ne kadar
zor olacağını bir düşünün.” Hayal
kurmasak, hayallerden konuşmasak, hayalleri dönüştürmesek şimdi kolay görünen uzak yolculuklarımız, inanılmaz özellikler gösterebilen malzemeler, yetenekli gençlerimizin ortaya çıkışı, tükenmez lezzet kaynağı
yemeklerimiz, türlü çeşitli kutlama, anma törenlerimizin yerinde yeller
esecekti.
Hayaller elbette düşünüldükçe soluk alıp yaşar gelişir.
Düşünebildiğimiz için hayallerimiz var. Her hayal bir düşünce ürünüdür, ama her
düşünce bir hayal değildir. Çünkü düşünce, hayalin yazı tahtasıdır. O tahtaya başka neler neler yazılır. Ay
sonunu nasıl getireceğimizden tutun içimizin içimize sığmadığı sevinçli bir anımızda birden
karşılaştığımız çok üzgün birine ne diyeceğimize ve bize söylenen bir sözden
alınmak gerekip gerekmediğine kadar çok farklı şeylerin oraya yazıldığı doğru değil midir?
Düşünce
özgürlüğünü istememizin gerisindeki asıl neden,
bana kalırsa, hayallerde özgür kalınmasını arzulamaktan ibarettir. Özgür hayallerle
ileri atılır, ancak özgür hayallerine itibar edersek insanları iyiliğe ikna edebiliriz.
Bir hayal etmek var, bir de hayal kurmak. İlki de gerekli. Biçimlendirilmiş, tanımlanarak sunulmuş ama şimdilik uzakta duran bir öngörüyü benimsemek, akılda onun peşine takılmak ne güzel şeydir. Şöyle her sokağında günün her saatinde enfes çiçek kokuların eşliğinde, açık pencerelerinden müziğin, kahkahaların yükseldiği, geçim derdinden azade güvenlik içinde gezilen, her köşebaşında ağaç altında dinlenilirken bas-iç çeşmelerinden doyasıya tertemiz Elmadağ suyu içilebilen, her yaşa seslenen sade, şirin toplanma, öğrenme ve eğlenme olanakları, güleç servisiyle gün boyu geç saatlere kadar açık ve seçenekli olanaklarıyla bir mahalleyi hayal etmek, güzel olmaz olur mu?.. Yine de hayal kurmanın yeri apayrı. Kurulan hayalin müellifi siz olursunuz, her yanıyla size özgüdür. Hayal kurmak bir yandan aşk gibi tutkuyla, adeta esrik bir havaya kapılmaktır. Özeldir o. Hayaller, aşk gibi ayakları yerden kesebilir dostlar.
Hayallerim, Aşkım ve Sen(**) adında bol ödüllü bir film var. Filmde hayal edilen bir "Sen" vardır. Lakin bana soracak olursanız hayaller de aşk da önce kendini yaratmaktır. Bir “ben” olmanın yolu ancak hayallerle açılır. Her türlü gizlerimizi içeren, her şeyini başkalarının bilemeyeceği, bilse belki kolay kolay kabul bile edemeyeceği birer “ben” yaratmamız ancak hayallerimizle olası. O yüzden bu üçlemenin yanına bir de “Hayallerim, Aşkım ve Ben” eklense var ya, benim için tam yeridir.
(*) Köy Enstitüler denilince ilk akla gelenlerden eğitim
uygulamacısı İsmail Hakkı Tonguç
(1893-1960)
(**) Hayallerim, Aşkım ve Sen başrolünde Türkan Şoray’ın
oynadığı 1987 yapımı Atıf Yılmaz
filmidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder