3 Kasım 2023 Cuma

Çok ses, çok başlılık mı?

 6 Ekim 2023 Cuma günü başlayıp Gazze’de İsrail’in muazzam silahlı gücüyle tırmandırılan, binlerce masum cana mal olan  çatışmalar, aklı başında herkesi  barışı düşünmeye zorladı. “Barış için çok sayıda akıllı insan gerekir, ancak savaş için tek bir aptal yeterlidir.” derler.  Çok akıl gerek, yani çok aklı dinlenmezsek  barış ümidi yoktur diyebiliriz.  Öte yandan tek başına kalmış aptal akıl kolayca savaşa yol açabilir.  Elbette her tek akıl, her durumda aptallık yapacak değil. Fakat bir aklın aptallığı, çok aklın aynı yanlışa düşmesine göre çok daha olası. Çok akıl, farklı sesler çıkarır, her ses kendi dayanaklarını, koşullarını açıklar ve birbirini özgürce sorgular, bir iradeyle toparlanmayı arzu ederlerse  tabii.  Bir toplumda aklın çokluğu böyle kullanılırsa neler yapılmaz. Bakmayın siz o toplumun şu kadarını aptal bulmalara. İşlemeyen demir elbette parlamaz. Çok akla başvurulmadıkça, akılların söz etmesinin yolları aydınlatılmadıysa, kısacası yüzyıllardır akıllar köreltildiyse, işlenmeyen demirdeki  gibi elbette çoğunda minik pırıltı bile görülmez.

İrade ve toparlanmak... İşte orada “baş olmak”ı buluruz. Yönetmek, önder olmak, sözünü geçirmek  anlamında sık kullandığımız bir deyim.  “Bu işin başı kim?”, “Bir baş ol da, istersen soğan başı”, “Ayaklar baş olmuş” deriz de, hiç dikkat ettiniz mi, hepsinde baş tekildir.  Baş bir tane olur.  Ortak kabulümüz budur.  Niye?  Ya o baş çokluk ise? Her bir başın (yani o baştaki aklın)  başka bir yana çektiği, dağınık, bölünmüş, sonuç alamayacak bir debelenme çıkacaktır. Bir bataklıkta tutunacak o tek dalı bulamadan çırpınmak. Bakınız ama, o bir tane dal, ancak tutunanı kurtaracak sağlamlıkta ise işe yarar.

Bir çıkmaza düşmemek için yüzü tek bir yöne dönmek, bütün gücü belirlenmiş  o bir yana yöneltmek isteriz.  Bu,  o tek başın yol göstericiliğinde, adeta onun tarif ettiği izi takip ederek sağlanabilir.  Yani başın bir hüneri olacaktır.  Önce yolu bulmasında sonra o yolu anlatabilmesinde. Tarih insanlığa bunu öğretmiş.  “Her kafadan bir ses çıkması”ndan işte bu yüzden kuvvetle kaçınılır. Çünkü ağzı olan konuşacak, sözler ortaya dökülmekle kalacak, her kafanın sesi yalnız sıradan bir atışma düzeyini  geçemeyecek olursa, yol ve yön duygusu kaybolur, gücün odaklanması  büyük zora  sokulur.

Çok seslilik bu değildir.  Neden mi? Çünkü benim anlattığım çok sesli ortam hiç de gürültü çıkarmaz. Asıl amaç bir yanda, kendi işine öyle geldi diye söylenen sözlerle çok seslilik yaşatılamaz. Öte yandan tek bir kalıba dökülerek de çok sesli olunamaz.  Kalabalık senfoni  orkestralarının, tüm düzeni önceden kurulmuş, temalı “ses ve sus” dizilerini, sehpalardaki  notaların ve şefin çubuğunun verdiği işaretlerle disiplin içinde güzel biçimde ortaya dökmesi gibi de olmaz o. Biz enstrümanların çoğulluğunu değil, şarkıların, melodilerin, biçimlerin çoğulluğunu düşünelim derim.  Farkı anlayabiliriz.

Çok seslilik, değişik düşünen, değişik yerlere de varabilecek  akılların izini sürmekten doğar.   Ortak bir zeminde görüşünü  özgürce sergilerken, farkları ve gerekçelerini  sunmayı gerektirir.  Kendinden farklı olanları değerlendirişini  ve kendi önerilerini  açıkça ortaya dökmeyi  de. Rengarenk çiçekler arasında yol almak gibidir çok seslilik.

Yukarıda baş olmak  beceri  işidir dedik.  Farklılıkları anlamak, tercihleri bunlar ışığında yapmak ve yönlenme  nereye dönük, alınacak yolda nasıl ilerlenecek konularında  çok sesi dikkate aldığını her akla açıkça gösterebilmek.  Eskiler ne güzel demiş: “açık fikirli olmak”! Çok sesliliğe baş olacaksan eğer, sana gereken bu beceriye sahip olmandır.  Bir bakıma özel bir zeka.  Bakınız  Francis Scott Fitzgerald  “Birinci sınıf bir zekanın testi, iki zıt fikri akılda aynı anda tutabilme ve hala işlevini sürdürebilme yeteneğidir.” demiş.  Uyuşmaz görünen fikirlerden yarar çıkaracaksın.  Ama, önce bu birinci sınıf zeka, zıt görünenler gerçekten düşünülebilecek, akıl işi, gerçekten olabilir fikirler mi, onu tartacak. Belki birinin eksiğini diğerinden derlediğinle azaltacak.  Baştan akıl edemediği, sesin birinden öğrendiği sakıncayı halletmesi gerekecek.  Başka türlüsü de var:  “Ya bu değilse, ya öbürü doğru çıkarsa” diyecek, baştan alacağın uygun önlemlerle yola çıkacaksın.  Hani “A tamam, bir de B planın olsa” derler ya, öyle. 

Çok seslilik, emin olunuz, yanlıştan erken dönmenin güvenilir yoludur. Çünkü her ses diğerinden farklı bir odaklanma, başka açıdan bakan gözün gördüğüdür. İnsanlı uzay uçuşlarını ve yer istasyonlarındaki ekipler nasıl oluşur, çalışır bir anımsayalım hele. Uzay kapsülüne “Yap!” komutu, aynı misyonun farklı ama bağlantılı alan sorumlularının her birinin ayrı ayrı “Tamam” demesinden sonra verilebilir. Ya hepsi “Tamam” değilse? Hızla başka seçenekler düşünülür. Yanlışın olasılığı azalır. Seslere kulak tıkayıp tek bir irade olsun diye mutlak olana bağlandıkça, bu olasılık artarak var olacaktır.

Çok sese kulak vermek bir yarar daha sağlar: yaratıcılık. Metrobüs (otobüs özel yolu) fikri buna güzel örnek. Ulaşımın bazı yerlerde  büyük altyapı yatırımından kaçınıp hızla hizmete girmesi gerektiği sesi, bir; toplu taşımacılığın ulaşımı yavaşlatıp zaman kaybı  getirmemesi  arzusunun sesi, iki; kentiçi taşımada küçük ama hızlı araçlarla yolcu kapasitesinden fedakarlık yapılamayacağı sesi, üç. Bunlar bir arada düşünülmüştür. Makul süreli bir yatırm, olağan trafikle karışmayacak ayrılmış bir yol ile kazanılan hız ve büyük gövdeli güçlü araçlar.

Çok sesliliği bazılarının dediği gibi “ara yol”culuk, renksizlik ya da teslimiyetçilik diye görmeyelim. Suya da sabuna da dokunmasını bilerek çok sesliliği yaşatmak olanaklı.  Çünkü elini kirletmeden esenlikli hayat sürdürülemez. Sınamaya, denemeye şans vereceksin. Her sese hakkını tanımakla, ne dediğini yansıtmak, olacaksa da olmayacaksa da nedenini açıklamakla olacak bu. Kendi rengini belli ederken diğer renkleri soldurmamak ve seslere, düşüncelere ciddiyetle kulak verecek, ses çıkanların keyfi tutumlarından bağımsızlığını korumaya özen göstereceksin.

Bazıları ise çok sesliliği işleri bölüştürmek (işbölümü değil) ile karıştırır. Hani avucun içinden başlayıp bir elin parmakları tek tek gösterilerek anlatılan o oyun vardır ya: “Buraya bir kuş konmuş. Bu yakalamış. Bu yolmuş. Bu pişirmiş. Bu yemiş. Bu da ‘hani bana hani bana!’ demiş” deki gibi.  Hiçbirinin yaptığının ötekileri kapsadığı yoktur. Aslında herkes bağımsızca görevini görür “şimdi top sende” diye sorumluluğu ötekine savurur. Bir bakıma üstlendiği sesi verir ve kurtulmuş olur. Çok seslilik böyle olmaz. Çünkü varlıklarını alınacak ortak sonuca bağlamış seslere belki farklı ağırlıklarla, farklı odaklanmalarla, zamanlamalarla ama bir arada yer verilmemiştir. Her ses sonuç alınıncaya dek diğerlerini tam ve açıkça duyacak; işin bir yerinde, ola ki buna göre kendini gözden geçirecek, kendi tonunu değiştirecektir. Bir korodur, evet. Lakin besteyi ve düzenlemeyi, durumuna göre orada, canlı ve ortaklaşa yapmaktır.

Doğrudur, çok sesliliğin o eşsiz ve güzel sonuçları için ödenecek bir bedeli var. Yolu bulmada kolaylaştırıcı bir baş. Onun yanında her biri akıl işi, incelenmeye açık, birbirine değgin lafı olan çok sesi  bir arada ve aktif tutacağız. Gerisi o bir başın niyetine ve hünerine kalmış.  Çok başlılığa varmadan çok sesi gerçekten işe yaratacaksak, lafını bir yana koyalım.  Yaşamın her yerinde yapılacaklar var ve çok seslilik doğru uygulanmayı beklemekte bana kalırsa.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder