Kültür araştırmacısı Paul Radin Filozof Olarak İlkel Adam adlı kitabında, iilkel ve uygar kültürlere eğilmiş. ‘ilkel’ kültürlerin de, ‘uygar’ kültürler kadar gelişkin ve maceracı olduğunu belirtmiş. Bu anlamda ilkeller arasında da yer alan farklı iki insan kişiliğinden söz etmiş. Birincisi Eylem Adamı olarak adlandırdığı, dış dünyaya dönük ve pratik, fakat iç dünyasına ilgisiz olanı. Düşünce Adamı dediği diğeri de, az rastlanan ve kendi hallerini anlamaya yönelmiş olanı imiş. Eylem Adamı’nın niteliği, olaylar arasında sadece mekanik ilişkiler kurması, düşünen İnsanının ise, tekdüze açıklamaları yetersiz bulduğunu, ‘Bir’den, ‘Çok’a, ‘basit’den ‘karmaşık’a geçerken nedenleri aradığını söylemiş.(*)
Eylem yanlısı hep “bir”e, düşünce yanlısı hep “çok”a eğilimli olurmuş. Neden böyledir? Galiba düşünmek isteyenler seçenekleri bulmak peşine takılırken; eylem yanlıları zaten başka yolun olmadığı noktasında içlerini rahat ettirenlerden çıkıyor. Eyleme “Başka yolu kalmadı” denildiğinde girilmesi adettendir. Düşünmeye ise, “Bildiğim yolla olmayacak. Galiba başka yolları bulmam gerek.” der demez başlandığı ise bir gerçek. Yani her zaman düşünmeye bir olumsuzlukla, bir eleştiriyle başlanır. Ben pek “Şimdi neden bu kadar mutluyum?” sorusunu düşünene rastlamadım. Fakat..
Sorgulamak
isteyene, merak edene, denemek
isteyenlere karar noktasında, yönetim makamında duranlar, pek iyi gözle bakmaz. Biliriz bunu. “Bir
dakika!” deyip düşünmek, tekere çomak sokmak, binbir sıkıntı içinde yeni bir
dert olarak görülür. “Vaktinde
düşünseydin ya!”. İş çıkarma zamanıyken
olacak iş midir? Şimdi durup düşünmenin, neyin nereden geldiğini, önceden
yapılanlarla kıyaslamanın, ne ile bağlantılı olduğunu araştırmanın sırası
mıdır?
Fakat insanların kendiliklerinden de düşünmeye sıcak baktığı söylenemez. Ne demiş Amerika’da psikolojinin kurucularından William James? “İnsanların pek çoğu düşündüklerini sanıp yalnızca önyargılarını yeniden düzenler .”. Aklımızdakileri yeni bir biçime sokmakla yetinmek işimize gelir. Düşünme tembelliği değildir bu. Konfor alanına sığınmadır. Ha “Kadın milleti işte, saçı uzun aklı kısa.” diye bellemişiz, ha düşüne taşına “Kadın aklıyla iş yapmamak gerek.” diye bulmuşuz. Düşünmek, ne hep kendini haklı çıkarmak, ne de önüne ardına bir güzel bakmadan başkalarının dedklerini kabullenmektir. Ama düşünmek adına bunları hepimiz yaparız. Üstelik bir de kendimiz üzerinden diğerlerine de yansıtırız bu tercihi.
Nasıl yansıtırız? Takvimler, düşünen
insanların önüne çıkarılan engellerden biridir. Düşünürken kaybedilen zamanda
kah işin başlaması gecikecek, kah rakipler öne geçecektir. Daha fazla kafa
patlamanın alemi yoktur. ‘İş çıkarmak’ tercihi olanlar için yaşam bir yarıştır.
Ne yapıp edip önde olmak, fırsat buldukça aksaklıkları düzelterek koşuya devam
etmektir asıl olan. Oysa aksaklıklar pansuman değil, belki de ameliyat edilmeyi
gerektirir.
Düşünene karşı ileri sürülen bir şey de önceliğin işe yarama olduğudur. Yani yapılanın doğru olması için yarar
sağlaması yeter. Pragmatizm de denilen bu tavrın, orta ve uzun dönemle, yararın
kapsam alanıyla, dolaylı zararlarla, yürüyen diğer işlere uyumla bir derdi
yoktur. Kentlerin altyapı onarımları yürütülürken koordine olunmadığından
yakınırız ya, işte onun gerisinde ‘yaptık ya, oldu işte’ pragmatizmi vardır,
nasıl olsa kazılan yer altıncı ayında bir daha açılacaktır. Ne var yani?
Problem çıktıkça çözülecek, birkaç insan da iş bulmuş olacak bundan ‘ekmek
yiyecek’, kısacası yarar sağlanacaktır.
“Bırak ince düşünmeyi zaten her zaman böyle olur. Bir sen mi akıllısın?
Yıllardır her yerde olan bu.”. Tarihin ve alışkanlığın şaşmaz doğruluğu Eylem İnsanın temel inancıdır. Ona
kalırsa akıp giden biteviye aynıdır da tesadüflerle, nadiren beliren olağandışılıklarla
arada bir farklılıklara rastlanır. O durumlara da pek bir şey yapılamaz. Fiyatı
yüksek diye kasaba pazarı gözlemi alışkanlığına kapılıp bolca ekilen soğanın
ertesi yıl tarlada kalışı, alışkanlığın yerini, önceden düşünüp taşınmak, hesap
kitaplı tasarlanmış, birbirine uyumlu eylemlerle iş görmek almadığı içindir.
Düşündüğünü söyleyenlerin de kabahatı yok değildir. Kitaplar öyle yazıyor diye,
yaşamın özgül durumunu ıskalamak çıkar yol olmaz. Öğrendiğini, aklından geçeni
sınayacaksın, ya da sınanmışları araştıracaksın. Yalnız derinine değil, enine
boyuna de kafa yoracaksın. “Senin bu dediğin kitabi. Pratiği yok.” diyene,
aktaracak gözlemlerin, deneylerin, hiç değilse başkalarından derleme örneklerin
olacak.
Bir de düşünmeyi
sırf akıl hocalığı yapmak biçiminde gören Düşünen
İnsan var. Hani ‘Aleme verir talkını, kendi yutar salkımı’ karakterler.
Bütün işini, hazır paketlenmiş, neredeyse kullan-at çözümler önerip kıyıda
durmak olduğunu sananlar. Cebinde her duruma uyar ‘akıl’ bulunduruduğuna inanmış
düşünce insanları. Düşünmek, aklın öncelikle kendine sorumlu olacağını
kabullenmektir. Yeterince eğilip bükülmemiş, gerçeğin ocağında tavlanmamış fikir
Düşünce İnsanını rahatsız etmeli, her
yeni durumu sil baştan ele alma sorumlusu bir ahlakı edinmiş olmalıdır. Siyasilerin
zaman zaman yakalandıkları danışman fırtınalarının hasarlarını izlemekten
herhalde çoğumuza bıkkınlık geldi. Danışmanın düşünüp, ne önerildiyse yönetimin
uygulayacağını hayal etmenin yol açtığı yanılgıdandır bunlar.
Bir yanda kumru gibi içli içli düşünmek, öte yanda her yaptığını içgüdüye ve
dışarıdan gelen anlık işaretlere bağlamış karınca gibi çabalamak ikilisi bize
yetmiyor. Çünkü birinde yaşananlara etkimizin ötekinde ise geleceğimizin biçim
alması sıkıntılı olabiliyor. İrade sahibi isek, seçim yapıp tercihimizle
hareket edeceksek bunun bir bedeli olacak elbette, ama eylemlerin karşılığını
hesaplamayı öğrenmek, seçenekleri bir yerine çoklaştırmak da elimizde. Düşünen Eylem İnsanı ya da Eylemli Düşünce İnsanı en iyisi, çünkü insan
ancak öylece özgür.
(*) Sayın Sönmez Çetinkaya’nın Tarih ve Zaman kitabından derlediği (Aralık 2020) anlatım notundan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder