İyi ile kötüyü ayırmak insanlığın çok eski sorunlarından biri. Çünkü tercihler terazisi yaşamın her anında bizimledir. İyi mi ediyoruz, yoksa fark etmeden kötülük mü? Nasıl, nereye bakarak ayıracağız?
2500 yıl öncesinden Aristo’da iyi, “kendisi için istenen”
bir şey, kendisinden öte herhangi bir şeyin elde edilmesi için bir “araç olarak
istenmeyen” şey imiş. İyi, amaçlanan olmalı, bir yere ulaşmanın yolu olmamalı
diyor.
Bunu ahlak çerçevesine yerleştiren de olmuş. Kant’a göre bir
şeyin iyi ya da etik olmasının en önemli şartı iyi niyettir. İyi niyetin
temelini ise Kant tercihin ödev gereği yapılmasında görür. Ünlü filozofa göre
bir eylemde “bütün insanlar böyle yapsa evren nasıl olur?” diye düşünür ve eğer
olumlu cevap verebilirseniz bu eylem ödev etiğine uyuyordur.
İyiyi, hedefi sağlık olan seçim diye görebiliriz. Sağlıksıza
karşı sağlıklının tercihi iyiliğin kaynağıdır. Nedir sağlıklı olmak? Hekim bir
ana babadan hep duyduğum tanımı severim: Sağlık, bedenen ve ruhen toplumla,
doğayla uyuma işaret eder. Sağlığına kavuşmaya ‘iyileşme’ deriz. Bu, sağlık
ile iyinin bağlantısının en doğru işaretidir.
İnsan açısından iyi olmanın sağlık ile ilişkisi böyle. Uyumu
ile uyumsuzluğu tartıya koyacağız ki sağlıklı olanı bulalım. Ya toprak, sokak
hayvanları, vadilerdeki ağaçlar, deniz ve gökyüzü için, toplum için iyi nedir?
İnsanlar için iyiyi seçmek, fiziki ve zihinsel uyumu istemek ise, canlı cansız
bütün diğer varlıkların da fiziki varoluşları, yaşamı sürdürmeleri ve
değişimlere verecekleri tepkilerle uyumu korumaları amaçlamak iyiyi
belirleyecektir. Yani tartıya vurulacak olan yine uyumdur. Uyum var mıdır,
kurulabilecek midir?
Uyum da uyum diye tutturmuşuz. Ya uyumsuzluktan doğan değişim,
yenilik, devrimler? “Uyumsuzluk var öyleyse bu yapılan iyi olamaz” dersek hiç
iyi yenilik, iyi değişim, iyiyi getiren devrim yok mudur? Burada uyumun
ölçeğini düşünelim diyorum. Örneğin bir ülke coğrafyasına karşılık tüm evren.
Elbette ülke ölçeği ile evren ölçeği başka başkadır. Buralardaki uyum da öyle
başka başka olabilir. Ülkede uyum kültür, evrende uyum ise göksel cisimler
üzerinden düşünülebilir. “Evren dünya merkezlidir” inanışıyla uyum sürdürülseydi,
insanlık Kopernik Devrimini yaşayabilir miydi? Kopernik 16. Yüzyılda Batı’da,
ülkesi insanlarıyla uyumlu kalmak yerine daha büyük ölçekli bir uyumun
anahtarına yöneldi. Yerkürenin güneşe ve aya uzaklıklarının değişiminin
fiziksel açıdan ancak dünyanın hem güneşin etrafında ve hem de kendi etrafında
dönmesi ile uyumlu olacağını fark etti. Böylelikle Kopernik İki ayrı sağlıklı
sonuca yönelmişti. İki ayrı iyiyi temin ediyordu. Birincisi evrendeki
varlıkların bilgisiyle büyük ölçekli bir uyumu, ikincisi bu bilginin yayılmasıyla
astronomlardan başlayarak yeni fikrin zamanla toplumun daha geniş (resmi ve
sivil) kesimlerinde kabul edilmesi ile yeni bir uyumu temin etti. İleriye,
gerçeğe doğru her adım, uyumu artıracağı için iyilik adayıdır. Bağnaz bir
topluluğa uyumsuz olup açık düşünceyi içtenlikle savunmak da, zaman içinde daha
büyük topluluklardaki insanları birbiriyle ve daha geniş doğayla uyumlu kılmak
da iyinin işaretini taşır. Çünkü daha büyük ölçekli uyumu, oradaki sağlığı
hedefler.
Buradan yola çıkarsak kötü için bir şeyler söylenebilir.
Sağlıksız olana dönüşecek, toplumun, doğanın, insanlar arasındaki ilişkilerin
uyumunu artırmayıp tam tersine zayıflatacak tercihler iyilikten uzaktır, kötüye
eğilimlidir. Yalan kötüdür: başkalarının gerçek ile uyumuna zarar verir. Nefret
yaymak kötüdür: bütünlüğün uyumunu bozmayı hedef alır. Adaletsizlik kötüdür: ele
geçen hak edilen, razı olunan değildir ve bunu fark edenlerin endişe etmeden,
özgürce, diğerleriyle uyumlu davranma ortamını yok eder. Eşitsiz rekabet
kötüdür: kapasitesiyle aslında gelişebilecek olanların önlerini tıkayarak kendilerini
gerçekleştirme arzularını köreltir,
böylece insan olmaktan gelen ihtiyaçları karşılama uyumuna engel olur. Ama
her kötü, orta yerde, yalan, nefret veya adaletsizlik kadar apaçık durmaz. Her
zaman erkenden akla gelmez, fark edilmesi zaman alır. Daha vahimi böyleleri
iyilikmiş gibi görünür. Böyle işlere iyilik yapıyorum diye girişilir. Duymuş
olanınız çoktur: “Çok iyi niyetle başlamıştık. Sonu neye vardı!”. Bir de
“Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” denir ya, öyle doğrudur
ki.
Bütüne bakmadan, dar bir açıdan iyi görünen, gerçeğin geniş
ufkunda bambaşka sonuçlar verebilir. Çocuklar doğa dostluğunun iyiliğini
görsünler diye ağaç dikmeye yönlendirilir. Sonra benim gibiler, yaş aldığında
bulduğumuz boşluğa elimize geçen fidanı dikince keyif alır oluruz. Bunu
yaparken uzakta kalmış bitki örtüsüyle, oraya önceden dikilmiş fidanlarla,
iklim ve zararlılarla, yeraltı kanal şebekeleriyle, imar ve kentleşme düzeniyle
uyumu ne kadar gözetiriz? Oysa fidan bu bütünün içinde yaşayacaktır. Uyum,
bütün içinde sağlıklı kalmayı gerektirir.
Her şeyi kendini tarif eden çerçeve içinden, bağlantılı
olduğu diğer şeyler üzerinden anlamamız esastır. Bağlamından kopuk ele
alınırsa, çok iyi bildiklerimiz bile doğru olmayabilir, sağlıklı kalmayabilir.
Keyif almayı düşünün örneğin. Alınan keyfin iyi olup olmadığı bağlam ile değişebilir.
Enfes bir yayla manzarası karşısında dinlenen, günlük sorunlarını çözmüş biri
olup keyif almak da, anlık keyif aldığı maddenin bağımlılığı ile çevreden
koparak ağır ağır kendini zehirlemek de vardır. Yani iyi olmak bağlamla da
ilgilidir. Çalışkan olmak hep iyi diye övülür. Fakat ne adına çalışmak, ne gibi
bir çerçeve içinde kalarak ter dökmek? İğne ile kuyu kazarken arı gibi çalışkan
olabilirsiniz. Ancak bunu sağlıklı, hedeflenen sonuç ile uyumlu bir eylem
saymak olanaklı değildir.
Öğretmen bir gün sınıfına dönüp “Pislik nedir?” diye sorar.
Öğrencilerin yanıtları çeşitlidir, ama hiçbiri tam olarak onun istediği
değildir. Öğretmen “Pislik olmaması gereken yerde bulunan maddedir. Bakın
arkadaşlar, yemeğin suyu ekmek banarken pislik değildir, ama bembeyaz
gömleğinize damladığında..” sözleriyle anlattığı terimi açıklar. Koşullar, bir
tercihin sağlıklı olup olmadığında etkilidir. Bize anlatılır ki, karakterde
tutarlılık iyidir. Tutarlı karakteri olanlara güvenilir, saygı duyulur. Tamam
da, kırk yıl geçse dahi bildiğinde milim kıpırdamamak mıdır tutarlılık? Değil.
Sağlıklı olan, neleri hangi koşullarda ısrarla savunacağını anlamak olduğu
kadar, koşulları sürekli izleyip zaman zaman başkalarının fikirlerini
içtenlikle almak ve gereğini yapmaktır. Yaşam ilkelerinde, duyarlıklarında
tutarlılık ile atılacak adımlardaki, uygulanacak yöntemlerdeki tutarlılık bir
olamaz. Koşulları incelemeyi bilmeden tercihin iyi yönünde olması güçtür.
İyiyi öğretmek, iyiyi yaymak, iyiyi baş tacı etmek isteriz.
Gece gündüz demeden buna gayret edenimiz çoktur. İyi için ne çok özveride
bulunulur bilirsiniz. Bunu yaparken bütünselliği yani etkileşimi yakalamazsak,
iyiliğin hangi bağlamda yani ne gibi bir senaryoda geçerli olacağına
değinmezsek, koşulların değişebildiğine yani dinamiklere, belirsizliklere dikkat
etmezsek elde edilen her sonuç durumun sağlığına yaramaz. Hatta zararlı bile
olabilir. Bu endişemize karşın eğri oturup doğru konuşalım: bu iyiyi bulma
işinin zorluğunu itiraf etmeli. Bütünü, bağlamı, anlık koşulların getirdiğini
dikkate almak pek zahmetli olabilir. Onca özeni göstermek hazırlık ister, plan
ister, kendini eleştirmeyi ve başkalarıyla örgütlü davranmayı ister.
Gerekenleri ıskalayıp yükten kurtularak iyiliği kötü öğretmek öyle kolaydır ki,
insan iyiyi anlatacağım derken…
Yazıda geçen Aristo hakkındaki bölüm filozofunyolu.com sitesinden, Kant hakkındaki bölüm antalyatabip.org sitesinin İyi Niyet ve Ödev Ahlakı sayfasından alınmıştır. Kopernik Devrimi e-dergi. tubitak.gov sitesindeki bilgilere dayandırılmıştır.