2 Şubat 2014 Pazar

Yani iyi dediğin nasıl?

Onu tanıyıncaya dek iyi bir esnafla karşılaşmayalı çok olduydu. İyi derken, yalnız adamakıllı iş çıkaranını demiyorum; esnafsan o kadarı zaten olacak. İstediğimi vereceksin, becerikli olacaksın, gerekenler ne ise elinin altında bulunacak. Bunlar olmasaydı bırakın iyi demeyi, esnaf der miydim ona, bilemiyorum.

Bir defa işini seviyor. Bunu elimdeki işle dükkanına girdiğimde gözündeki parlamanın
sürmesi ele verdi. Hayır, "Yaşasın, sövüşlenecek bir enayi daha düştü."nün çaktığı anlık parıldama değildi izlediğim. Gözü elimdekine takılı, birkaç dakika sürdü. Sanki elimde şirin bir kedi yavrucuğuyla içeri yürümüşüm gibi, "Aman da aman, ne şirin şeymiş." der gibi baktı, ama ufaktan dahi "Siz de malın iyisinden anlıyorsunuz, belli canım." dalkavukluğuna hiç yeltenmedi. Oysa, ne yalan söyleyim, dükkanın kalabalığını görünce, hani bekledim durdum. Alıştırıldık işte. Hatta bir ara dayanamayıp, bir yol da yemledim amcamı: "Nasıl? Kalitelisi, esaslısı bu, değil mi?" dedim. Hiç yüz vermedi. Şaşırttı. "Belki oyununu iyi oynayan kaşarlanmış bir adam bu." diye aklımdan geçirdim. Lakin, bizimki bir eliyle iştahla ama incitmeden uzattığımı alırken, öteki eliyle de sağ gözünün yuvasına pertavsızını yerleştiriverdi. Kendi kendine mırıl mırıl "Bakalım neymiş?" demesi de heyecanlaydı. İçim ferahladı, usta işini seven sınıfındandı.

İyi esnaflığın ikinci yan, görüş açısı genişliğinde de, ilerdeydi ustam. "Bak, eğil gel şimdi buna ne yapacağız?" demesi ile sanki beni sardı sarmaladı işinin dünyasına çekti. "Yok öyle göremezsin abim, şöyle dur." diye düzeltti "postür"ümü. Artık birlikte o dünyadaydık bir 8-10 dakikacık. Bir iki müşteri daha girdiler, psikiyatrda sıra bekler gibi, o eski püskü koltuklara sessizce ilişip, dikkatle bizi dinlemeye koyuldular. İlgi çekiciydi çünkü.  Söktüğü her parçacığın bütündeki işlevini, yeni modellerde o parçacık yerine nelerin konulduğunu, temizleme sırasını, temizlik banyo sıvılarının nerelerden getirtildiğini, gereğinden fazla yıkanmalarının sakıncasını, kullanım yanlışlarının yaratacağı sorunları, beğenilerle ilgili tercihlerin ne getirdiğini... Kısacası müşteri olmasam, belgesel kanalı aktüel kameremanı sanacaktım kendimi.

Ama iyi esnafın en can alıcı yanını, sona sakladım. O, işinin devamıyla keyif alarak ilgilenmesi yok mu! İşte tam da orası. Kayıt kartına ille de cep telefonumu yazmak istemesini baştan anlayamamıştım. "İşi yaptırıp, sonradan esen bir akılla cayma yollarında sırra kadem basmayayım diyedir" dedim kendime. Hani vardır böyleleri. Meğer, yaptığını takip  etmek içinmiş. İlkinde iki, ikincisinde üç gün geçerek arayıp, sevecenlikle sordu: "Nasıl? Olmuş mu? Var mı aklında kalan bir şeyi?". Ben ki, koca Japon otomotiv devi Toyota'nın yetkili servislerinin bakım sonrası 5-10 gün geçince usulen arayıp standart kalite sorularını isteksiz tonlamalarla aktarmalarına dahi ahmakça sevinirim; altı yaşındaki otomobilimin ancak bir far soketi kadar değerli sayılacak saat onarımım için, durduk yerde iki kez, üstelik ezbere değil, duruma uyan sorularla arandığımda, varın siz düşünün ne denli mutlandım.

Benimkisi, başka bir kentte birkaç denemeye karşın işletilemeyen, bana emanet edilmiş 40 yıllık kurmalı sıradan bir cep saatini, 80'lik sahibine söz verdiğim gibi, çalışır halde geri yollamak gayretiydi. Sözümü tuttum. Huzur buldum. Ama İzmir Caddesi'nde bir pasajda gördüğüm, artık çok az rastlayabildiğim için nadir olmanın keyfini veren, neredeyse "Ulan bendeki şu saatlerden biri daha bozulsun da, önceki lezzet aklımda tükenmeden yine tadayım o keyfi" dedirten iyi esnaflıktı. Ad vermeyeyim, reklam olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder